tüm zamanların en iyi savaş eleştirisi

 

 

Bir Terrence Malick Efsanesi.

Kitap içinse Hemingway’in Çanlar Kimin İçin Çalıyor’unu öneririm.

Kategoriler:Genel Etiketler:,

The Ballad of Sacco and Vanzetti

Kategoriler:Genel

1 Temmuz 2025

 

 

 

 

İşte tam da bu yüzden

şehir insanı

tabağındaki etin,

pantolonundaki kemerin,

omzundaki çantanın

bir canlının hayatına mal olduğunu bilmeli

Sivilay Genç

 

 

 

İlk gün

Bardağı olan gücümle fırlattım. 10-15 metre gidemeden havada asılı kaldı. Hedefe ulaştıramadığıma sinirlenip elime gelen ne varsa sağa sola atmaya başladım fakat birkaç metre gitmeden yavaşlıyor ve öylece duruyorlardı. Daha da sinirlenip dışarı çıktım.

Kaldırımlar bugün farklı davranıyor. Elektrik direklerinin, trafik ışıklarının vidaları teker teker sökülerek güçlü bir tayfuna kapılmışçasına havada dönüyor sonra oldukları yerde duruyorlardı. İnsanlar kaçıştılar. Kalın camlı binalara sığınıp olanları seyretmeye başladılar. Ben de onların arasına katıldım.

Altıncı gün

Günlerdir rahatça uyuyamıyorum. Yorgan, battaniye hatta yatak kaçıp gitmek için büyük çaba sarf ediyor. Üstelik bunun sadece benim başıma gelmediğini de gördüm. Birçok insan yataklarını sabitlemeye uğraşıyor. Bunda pek başarılı olunacağını da sanmıyorum. Evler sökülmeye başladı. Antenler, kiremitler, çatı malzemeleri, pencereler, kapılar yerlerinden sökülüp boşlukta öylece salınıyorlar.

Kimse bu olanlar karşısında paniklemiyor. İlk gün elini ayağını nereye koyacağını bilemeyen bir endişe vardı insanlarda fakat artık her şey oldukça olağan karşılanıyor.

On yedinci gün

Defteri paltomun cebinde saklamasam o da çoktan kaçıp gitmişti. Kendini insanlardan kurtaran eşyaların ağırlık ve büyüklüklerine göre hareket ettiklerini düşünmüştüm, öyle değilmiş. Sistemli değiller. Bir pencere kanadı, bir tuğla, çatıyı tutan tahtalardan bir kaçı, arabaların lastikleri, kaportaları, direksiyon simitleri, tabelalar, yolların kenarına insanlara hoş görünsün diye dikilen işkence çekmeye mahkûm çiçekler, doğasından koparılıp faydalanalım diye getirilen her şey, eğer yerlerini beğenmedilerse, çekip gidebiliyorlar.

Yirmi birinci gün

Sığınılan çatılar, ayakkabılar, almak için geceyi güne karıştırıp çalışılan elbiseler artık yoklar. Üstümdekilerin dışında her şey gitti. Boşlukta salınan eşyalar daha da yükseldiler. Emir almışçasına yükseliyor ve doğalmış gibi, hiçbir telaşa mahal bırakmadan şehirden ayrılıyorlar. Nereye gittiklerini tam olarak hiç kimse bilmiyor.

Yirmi yedinci gün

En çok eksikliği duyulan, su, tuvalet ve gıdaydı. Borular da kenti terk etti. Artık kent de denmemeli. Öyle olmasını sağlayan her şey başına buyruk hareket etmekte ısrarlı. Bütün yerleşik hayat tecrübeleri tarihe karıştı. Böyle kısa bir sürede olması dehşet verici. Hiçbir şey olmamış gibi karşılanmasına anlam veremiyorum. İnsanlar, su ihtiyaçlarını gidermek için nehir kıyılarında, göl kenarlarında toplanıyor. Su içmek ve yıkanmak için tek yöntem bu. Avlanmaya ve doğal yöntemlerle ateş yakmaya alıştık. Yiyecek bulmanın, peşinde ter dökmekten başka yolu da yok. Üstelik bunun için becerikli ve eli çabuk olmak gerekiyor. Aksi halde o öğün aç kalınabilir.

Kırkıncı gün

Testere, bıçak gibi aletler olsaydı ağaçları keserek daha dayanıklı barınaklar yapabilirdik. Sarmaşık ve dallardan örülen barakalarda oturmaya başladık. Şimdilik yeterli. Fakat sonbahar yaklaşıyor. Yağmurlar başlayınca bu barınakların yerle bir olacağı aşikâr.

Ellinci gün

Bu defteri bir ceketin cebinde buldum. Kimin olduğunu bilmiyorum. Bir şeyler eklemek için kalem bulmam gerekiyordu. Önceden olsa elimin altında onlarca bulunduğu halde farkına varmayabilirdim. Şimdi bir tane bulmak için on gün aramam gerekti. Nasıl olduysa diğerleriyle birlikte gitmemiş. Bütün bunlar elli gün önce başladı. Küçük paralar vererek aldığım ufak tefek kırtasiyenin, mutfak gerecinin yaşamımı nasıl da eline aldığını anlamam için beni, kenti bırakıp gitmeleri gerekiyormuş. Şimdi, iki ay önceye göre çok daha ilkel yaşam şartlarına uyum sağlamam gerekiyor. Bulduğum kalem bu kadarını anlatmama müsaade ediyor.

Kategoriler:Genel

Katedra

Kategoriler:Genel Etiketler:, ,

Master Yoda

May the force be with you

 

Kategoriler:Genel

gelene eğlence olsun işte.

 

To die–takes just a little while–
They say it doesn’t hurt–
It’s only fainter–by degrees–
And then–it’s out of sight–

A darker Ribbon–for a Day–
A Crape upon the Hat–
And then the pretty sunshine comes–
And helps us to forget–

The absent–mystic–creature–
That but for love of us–
Had gone to sleep–that soundest time–
Without the weariness–

Emily Dickinson

Kategoriler:Genel

Dönence

07/12/2010 1 yorum
Kategoriler:Genel Etiketler:, , ,

Neşet Usta

Kategoriler:Genel Etiketler:, , , ,

Full Metal Jacket

 

 

Askere gittiğinizde hayatınızın büyük bir bölümünü kaybedersiniz.

 

 

Kategoriler:Genel

Mahremiyetin Tükenişi – Cihan AKTAŞ

Geçtiğimiz yüzyıl, Avrupa’nın modernizmde ürettiği soruların cevaplarına ulaşmasıyla kapısını araladığı post modern dönemdi. Feodaliteden sıyrılıp modernizme doğru yol alınırken yaşam biçimleri nereye gittiğinden habersiz bir biçimde sürekli değişim içerisindeydi. Yaşam biçimlerini öngördükleri ideolojinin vaaz ettiği üzere kurgulamaya çalışan toplum mühendisleri, yarattıkları toplumsal bunalımın farkına vardıkları zaman bir belki de iki kuşak kendi kimlik bunalımları altında can çekişiyordu. Bu farkındalık sorunun çözümüyle alakalı değildi, yalnızca bir önceki uygulamanın hatalarının nelere mal olduğunu öğrenmeye yarıyordu. Sonrasında yeni uygulamalar, yeni hatalar, heba olan insanlık…

Osmanlı’da bu sürecin işlemesi tam olarak olmasa da en baskın haliyle Tanzimat’la başladı. Evler, yaşam biçimleri, giysiler, eğitim felsefeleri değişiyor ve yeni gelenlerin toplumda ne gibi bunalımlara sebep olacağını gören aydınlar çaresizce geleneğe sarılıyorlardı. Bu aydınlarla birlikte halk da geleneklerden o kadar kolay vazgeçilemeyeceğini gösterdi. Tanzimat döneminde iktidar, herkesi batılı tarzda giydirdiği takdirde batılı bir ülke olma başarısını elde edeceğini düşünen, batı kurumlarının işlevselliğinden ziyade dış görüntüsünü canlandırmak isteyen bir anlayışa dönüşüyordu. Cumhuriyet’e yönetici seçkinler tabakası yetiştirmesi amaçlanan yatılı okullarda halkın öncüsü olmaktan ziyade halkın denetçisi ve müfettişi olmaya şartlanan kimseler yetişmekteydi. Bu taklidin ikinci aşamasında başarısızlığa uğrayan seçkin, içine düştüğü derin ve kemirici şüphede “fetişizme” yönelecek ve Batı’nın eşyalarını bir afyon olarak kullanacaktır. Tarihi sorgularken derin ve yorucu, üstelik öz eleştiri gerektiren çabalardan kaçınan kişi, çözümü bir suçlu aramakta bulacaktır. Bu suçlu da tahmin edileceği üzere bu değişimin sonucunda nasıl bir topluma doğru gideceğini bilmediğinden geleneğini ve dinini sahiplenen Anadolu insanı olacaktır. Türkiye’nin batılılaşması adına Anadolu kadını çarşafından, erkeği sarığından, cübbesinden kurtarılmalı ve onlar için yeni bir yaşam biçimi kurgulanmalıdır.

Köylerden metropollere göç edilmesiyle birlikte aile ve evin de yeniden tanımlanması gerekli oluyor. Kadının yaşam alanı olan ve aileyi agoradan koruyan, kadının üretim sahası olan ev kentlileşmeyle birlikte anlam daralması yaşamış ve ailenin çözülmesine zemin hazırlamıştır. O zaman kadınlar iyi ev kadını olacakken sinir hastalıklarına yakalanıyorlar, iyi anne olmak yerine saplantılı veya ilgisiz anneler haline geliyorlar. Bu sırada evler mana ve değer üretici mekanlar değil, cinnet üreten mekanlara, zindanlara, vakit geçirme ve süsleme zeminlerine dönüşüyor.

Başladığımız yere dönersek Ortadoğu Halkları, 20. yüzyılda geçirdiği değişimi anlamaya, kavramlandırmaya ve içinde bulunduğu bunalımdan çıkmaya çalışıyor. Bunu yaparken hem Batı’yla hem de geçtiğimiz yüzyılda batılı kurumların üstünkörü canlandırılması neticesinde bozulmaya uğrayan gelenekle mücadele ediyor. İslam’ı yeniden anlamaya ve bunalımından bu anlama ulaşarak kurtulmaya çalışıyor.

Cihan Aktaş, Mahremiyetin Tükenişi’ni bu anlam bunalımı içerisinde kıvranan insana hitaben yazmış. Evi, eğitimi, okulu, yasakları, sinemayı, televizyonu, fotoğrafı, kişinin ve ailenin mahremiyetini ve bunların toplamının kadın, erkek ve aile üzerindeki etkisini tartışmış ve İran, Türkiye ve Sovyetler Birliği üzerinden örneklerle okurun zihninde somut resimler oluşmasını sağlamış. Aktaş, yaptığı alıntılarla Peter Berger, Nilüfer Göle, Sari Nare, Bryan Appleyard, Perviz Manzur gibi isimlere de dikkat çekiyor.

Kitap 1995 yılında Nehir Yayınları’ndan tek baskı olarak yayımlanmış. Mahremiyetin Tükenişi, tek başına zihnimizdeki anlam karmaşasını çözmeyecek olmakla birlikte cevaplara ulaşmada basamak olarak kullanılması gerekli bir eser.